Ahmet Çiğdem'den Nihat Genç'e Yanıt: Boğazımdaki Yumruk ve Boş Sözler

Ahmet Çiğdem, Nihat Genç’in aramızdan ayrılmasının ardından yazdığı metinde, eski dostuyla ilgili anılarını paylaştı. Genç’in gençlik yıllarındaki cömertliğini ve bitmez tükenmez entelektüel canlılığını vurgulayan Çiğdem, “Bir ömrü vardı ama birçok hayat yaşadı” ifadesini kullandı. “Boğazımda koca bir yumruk var. Ne söylemem gerektiğini gerçekten bilmiyorum” diyerek duygularını aktardı.

Ahmet Çiğdem'den Nihat Genç'e Yanıt: Boğazımdaki Yumruk ve Boş Sözler

Gazeteci ve yazar Nihat Genç’in vefatının ardından, akademisyen Ahmet Çiğdem duygusal bir yazı kaleme aldı. Çiğdem, bu yazısında geçmişten günümüze Nihat Genç ile olan anılarını ve gözlemlerini paylaştı.

Nihat Genç hayatını kaybettiNihat Genç hayatını kaybetti

Yazısında Çiğdem, Genç’in gençlik dönemindeki cömertliğini ve çevresine karşı duyarlılığını öne çıkardı. 1980’lerin başında, Ankara’da öğrencilere ve sokak çocuklarına yardım eden Genç’i anlatan Çiğdem, “Onun kadar özverili, cömert ve sahip olduklarıyla yetinmeyen çok az insan tanıdım,” dedi.

"HER GÜN YENİ BİR DÜŞÜNCE İÇİN MÜCADELE ETTİ"

Çiğdem, Genç’in entelektüel arayışlarını ve yaratıcı çalışmalarını da vurgulayarak, “Her gün yeni bir düşüncenin, çıkarılacak bir derginin, tamamlanacak bir hikâyenin peşinden koştu,” şeklinde ifade etti. Bu ifadeleriyle, Genç’in sürekli bir üretim halinde olduğunu dile getirdi.

Çiğdem, yazısında Genç’in zamanla değişen kaygıları ve hayatındaki yönelimlerini yorumlamaktan kaçındı fakat onun hızlı bir yaşam tarzına sahip olduğunu belirtti. “Bir tek ömrü vardı ama birkaç ömürde yaşamış gibi yaşadı,” dedi.

"ARTIK SUSMA VAKTİ"

Son kısımdaysa, Nihat Genç’in hasta olduğu döneme ve vefatına dair düşüncelerini kaleme alan Çiğdem, “Her ölüm, bizi kendimizi affetmeye yönlendiren bir fırsatı kaçırdığımızı düşündürüyor. Çünkü başkalarını yargılama mesafemiz, affetmek ve buna yönelik eylemleri imkânsızlaştırıyor,” ifadeleriyle yazısını tamamladı. Çiğdem, Genç’in ailesine başsağlığı dileyerek, “Artık susma zamanı,” diyerek noktayı koydu.

Çiğdem'in yazısı şu şekilde:

Zamanın ve birikmiş yorgunlukların ardından, küçük endişelerin, büyük mutsuzlukların, derin kızgınlıkların ve gündelik koşturmaların insanları nasıl sürüklediği üzerine düşündüğümüzde, pek de yenilik bulmak zorlaşıyor. Ancak birdenbire beliren şaşkınlıklar, haklı kaygılar ve bitmek bilmeyen endişeler, insanın ayaklarının altındaki toprağı, içinde bulunduğu ülkeyi ve soluduğu havayı tüketme riskini doğuruyor. Sonuç olarak kaybedilen bir hayat, insanı belirsiz deneyimlerin sunduğu bir bilgelikle bile buluşturamıyor. Geleceği arkadaşlıklar kurmaktan vazgeçtiğimiz zamanı hatırlamak zor. Fakat bir dostumuz varsa, onu hatırlamaktan utanç duymuyoruz. Başkalarının yaşantılarından ve kayıplarından, kendi hayatlarımızı ve ölümlerimizi sorgulama yolunda ilerliyoruz. Yorulduk. Yaşlandık. Ölüyoruz.

1980’lerin başında Fransa’da bir tekstil atölyesi bulunan ağabeyinden yollanan paralarla, Sakarya Çay Ocağı’ndaki biz öğrencilere ulaşılmaz ve pahalı gelen meyvelerden (özellikle muz) alır, aynı zamanda birbirleriyle sürekli tartışma halinde olan Keçiören ve Çinçin'deki ayakkabı boyacılarını da doyururdu. Etrafındaki insanların ihtiyaçlarını gözetir, bu konuda dikkatli olurdu. “Paramız olunca sana şunu alalım,” derdi sık sık. Onun kadar fedakar, cömert ve sahip olduğu şeylerin yetmediğini düşünmeyen çok az insan tanıdım. Zamanla ne olduğunu bilmiyorum ama bizlerin yaşam koşulları daralırken, Genç sanırım okuyarak hayatıyla sürekli bir yarış içindeydi. Her gün yeni bir fikrin, bir düşüncenin, çıkarılacak bir derginin, tamamlanmamış bir hikâyenin mücadelesini veriyordu. Kaygıları ve öncelikleri ne zaman ve nasıl değişti, bu konuda bir bilgim yok. O, yasanın sadece kendisi için var olduğuna ve klasiklerin yalnızca onun için yazıldığına inanıyordu. Hızlı bir namaz kılar, hızlı bir şekilde okur, hızlı yürür ve her şeyi hızlı bir şekilde gerçekleştirirdi. Tek bir ömrü vardı ama adeta birkaç ömür yaşar gibi değerlendirdi.

Yüksek enerjili kişilerin, dünyayı her gün yeniden kurma cesareti bazen sıkıntılara, hayal kırıklıklarına, kırgınlıklara ve uzaklaşmalara yol açmış olabilir. Yüksek sesle dile getirilen kızgınlıklar ve yoksulluklar bunun bir sonucu olarak karşımıza çıkmış olabilir, bunu da bilmiyorum. Bildiğim şey, ona sunulan fırsatların sürekli yüzüne vurulması ve herkesçe gösterilen nazik davranışların ondan saklandığı durumların sıklığıydı. Ancak şimdi bunları konuşmak için ne zaman ne de yer var.

İçimde anlatamadığım bir huzursuzluk var. Boğazımda hissedilen bir düğüm. Geçen bayram hastalandığı söylendi, uzun bir aradan sonra görüşmüştük. Sonraki bayramda entübe edildi. Bu sefer her şey hızla gelişti. Kaderinin de hızlandığını düşündüm. Ne denir, ne söylenir, gerçekten bilemiyorum. Çok ama çok üzgünüm. Eğer izin verilirse, her ölüm hayatta kendimizi affedebilmek için sunduğu bir fırsatın çok önceden kaçırılmış olduğunu belirtmek isterim. Çünkü başkalarını yargılamaktaki mesafemiz, affetmenin hem düşüncesini hem de uygulamasını imkânsız hale getiriyor. Hayat tarzımız buna maalesef izin vermiyor. Sevgili Nuriye ve Laçin’e sabır diliyorum. Şimdi susma vakti.